bir
gece seninle sınırı aştık
bir
gece seninle sınırını aştık
devletin,
aklın ve edebin
bir
dağ ateşi başında bir gece
serserileri
kırıp peygamberler yaptık
elimde hançer, seninse şiirlerinden
başka birşey yoktu nefesinde.
yarın
huzura çıkacaksın, sana sövecekler
aradan
biri soracak: hiç mi ihanet kalmadı karnında?
yarın
ağzında yedi yaşlı adamın
yedi
bin yıldan kalma bir kandil,
yarın
çağlayanları andıran sesler
konuşulacak
sana.
göğsündaral,
madan
hançerentutul,
madan
yereboşbirçuvalgibiyığıl,
madan
öncedur
bir
gece sınırı aş –benimle– tın
rasgele
bir kutsal kitaptan rasgele bir sayfa
açtın.
insan sorarsa diye kendine:
incil meleklerin öğle
yemeği midir?
kara
kağıtları al
ve
mutlaka bir yerlerde sakladığın
ıslak
bir kibrit de olmalı
bunun
bir yerinde.
ateşe
yüzünü dön,
dün
şeytanlara ver kulak,
din
ölümün buhurdanını yeryüzüne atmasını bekle,
din
işte bunlar şairliğini ve ahmaklığını ispatlar.
bir
bu gece mi seninle sanki sınırı aştım.
ölürken
adamdan sayıldım
yarın
bana sövecekler, kürdili hicazkar bir dille
sonra
sahne aldıktan sonra sen ve ben
ölümü
andıran ve arkandan aşkı adına ölmüş
olanlardan
başka kimse kalmayacak baka ve şimşekler
başlamayacak
ve zelzele ve 7 melek ve yeddi eminler ve ellerinde
7
borazan, bunların hiçbiri yok, hiç ve biri, yok, olmayacak.
çünkü
ne şairsin ne de hançerler çektin 35 kişiye birden
yalan
ne ayaklarını şarapla yıkadığın.
sana
azgınlar uydular,
ve
de kendi kanınla.
ne
şairsin her vadide şaşkın dolaşan,
ne
de seni sevenlerin kötülüğü seni kötü kıldı,
insanlara
yalan devrimler vaadettin
uzun
yoldan geldin ya da bir an öyle sandın
ve
bir gece benimle sınırını aştın
arabistanın,
coca-colanın ve aşkın.
artık
tek arzun ulusunun seni iyi bilmesi
ve
apaçık kürtçe bir dille.
orda,
bir kölenin, bir öfkenin ve bir saz semaiinin kesiştiği yerde.
sen
bir kelimesin, orda toy oğlanların bacaklarını tıraşladığı
her
şeyin bir ses tonuna evrildiği
yırtılan
bayrakların yaraları sarmaya yeltendiği, hayır, orada.
dünya
atlasının boşluklarına yazılan şiirlerden başka,
taşla her şeyin birleştiği, o yerde, o, sende, o, saçlarında, o uzaklıkta,
ve
o, yakası, rüzgârda, o, beyaz, gömleğin,
de,
ve, o, göğsünden, uçan, o, aksak, kelimeler, var ya.
hani
kırdığımız peygamberler var, ya işte sen hecelerdesin.
ve
kerbela dedikleri senin konuştukça azalan harflerin.
işte
sen ne zaman bir şehri akarsularından mularından sevsen
ya
da şişhane yokuşunun başında kendini suçlasan, yapma kol saatlerimiz durabilir
tabancasını
çekmiş trafik polisleri, işte sen ne zaman kendini bir susuzluğa
filan
kaptırsan, sıradağlardan bir ülke filan kalksan yapmaya.
arkandan
yaşlı krallar ağlayabilir, eski açlıklar akla gelebilir,
alt
kattan birileri bağırabilir: atlasana lan atla atla atları at.
yapmaktan
yapılmıştı seninki de bir hayat.
yarın
huzura çıkacaksın, söylemiştim, sana sövecekler.
ses
tellerinden bir milleti millet yapan sözler almaya
ağlayacağız
ve küfredilecek sana, böyle eğitilir şair.
yarın
ölüm getirilecek sana,
bizi
biz yapan sözleri almaya ağzından
gümüş
bir tepside. hayatın belki biraz eğri duracak, ama sakın inanma,
ölmeye,
yarın da mutlaka bir gün dün olacak
ama
bu gece seninle sınırı mınırı aşmadık, bırak yalanı
öyle
gözlerimiz ateşe zincirli.
önünde
sahra çölleri senin,
benimse
sırtımda yıllardan beri peşimi bırakmayan bir ürperti.
artık
uyu, yarın sabah atlar uyanmadan
şişhanede
bir apartman karanlığına bir borazan düşmeyecek
bütün
sakinlikler yok olmayacak tangırtılarla, inan
kimse
sıçrayarak, uyan, mayacak, gömleğinden başka senin.
enis akın