17 Ağustos 2013 Cumartesi

işte geldik (V)

işte geldik (V)


halbuki bütün âşıklar yıllardır birikir bir kekemeliğin kenarında:
sevilmekten sevmek yeğdir
ağaçların nasıl gelmek istemediği o yerde o zamanda biz geldik
kırmızı trafik ışıklarına

yahu ben sanki hiç beyazlamasaydım daha mı?
bu olasılığı hiç söylemek istemezdim ama:
Nihâl!
bir de bu var
benim sana çıplak ve alelade bir duygu borcum mu var?
şu işsel adamların asansöre binince köşeye bucağa kaçıştığı ifadelerden

ben sana söyleyeyim mi Nihâl!
hepsi hepsi o an gelince tetiği çekmekte kararlı görünebilme
isteği
gerisi boş
yok birbirimize ne kadar sıkı sarıldığımızın muhasebesi,
yok öpüşürken senin gözlerin neden açık,
yok Ayşe bakkalın canı mıyımlar,

sonra bir baktım bir ip çözüldü inanmazsınız
o an dünyanın bütün alpaçinoları ve erkekleri nasıl acıdı
bilemezsin Nihâl!
senden aldım sana vurdum kendimi nasıl acıdı
bu bir

çünkü herşey geçiyor be Nihâl
bir an önce yapmalısın o teklifi, eteklerin ne kadar uzunsa o kadar koşmalısın mesela
şu teknenin fotoğrafını çekmelisin güneşli bir günü bir an önce içine çekmeli
yaşıyorum demelisin o ağacı görmelisin
en çok da çocuk yapmalısın kendine en az üç tane
çünkü hiçbir şey geçmiyor be Nihâl

bugünlerde hemen seviyorum
mesela yolun karşısından gelen bir kadını
yaklaşan adımlarla büyüyor aşkımız aşkımız derken
daha o başını çevirmeden ben onu terkediyorum
bu adam bu kadınla olur mu ya? —günaydın!
kadın başını çevirir —alçak!
halbuki sadece kendimi ürkütüyorum

merhaba seni seviyorum Nu ve elveda Ba
yoksa ben bir sinema çıkışında illegal yanaklı bir devrimci tarafından
öpülmeyecek miyim Nihâl?
bu akşam da üstüme kalmadan önce sarılınamayacak mıyım?
bir çırpınış gibi geçirdim İstanbul’u içimden
kalelere koşarken, saçlarımı uzatırken ve kalelere koşarken
iki bu

yabancılar ve kapıların kolları kilitleri
vardır ve artık sana söylemeliyim Nihâl
hepsi hepsi gökyüzüne yaklaşma isteği
birgün bu hayat bütün hep
böyle
bu çocuk hiç değişmeyecek
ve Heybeli Adadaki kilisenin bahçesindeki piç incir
ve Kumkapıdaki ermeni sarısı oteller bir de Yenikapıdaki çan kulesi
ve onun arkasındaki avluda buluşur bütün çöpten sevgililerim beni

yahu ben sana bir yerlerden kimi hatırlatmıyorum ki, ellerin gibi kocaman
sen de benim ruhumu ellemeseydin Nihâl, bir de bu var
benim sana kimseye açılmamış bir duygu borcum mu var?
anı koleksiyoncularının önünden hızla kaçırılmış
yeterince biriktirilmemiş belki de aksine azımsanmış
tam üzereydimler var, tam dünyayı düzeltecektimler var bunlar üç dört,
tam kendimi ifade edecektim bu beş, tam vapura yetişecektim altı bu,
bütün kelimeler dilimin ucundaydı var bu da beş sayılır

bu senin dediğin tam da teyakkuz bildirisi sayılır
ben size birşey söyleyeyim mi ben hiçbirinizi anneme söylemedim
kesin olan bir şey varsa: sevmiyoruz Nihâl!
sırf yanılan çıkmasın aşk bilmesin karanlığını diye oynuyoruz
sonra sıcak bir yağmuru başlatıyoruz
birbirimizden aşağılara, küçük sıcaklıklar akıtıyoruz
birbirimizden içerilere, merhaba seni seviyorum Hâl ve elveda Ni
bu yedi

tam da yürüyüşümü değiştirme zamanıydı
olmadığım yerlere doğru giden yürüyüşümü
nostalji nostrillerimden akarken
genetik kodlar bileklerimden akarken
kendime geçiyordum, kendimden geliyordum
mesela boş teneke kutular sürükleyerek peşimde
gelmiş geçmiş sana en büyük aşkım on beş dakika
inanmayın Nihâl, hepsi hepsi gökyüzüne yakalanma isteği

muhtemel bir yangına bulutlar, benzinler, ıslak kibritler biriktiriyorum
kestane şekerini kim sevmez,
alıyorum,
akvaryumlar, hafif kağıtlar, mobilyalar topluyorum, tüpler de
içerdeki odada herşeyi hızla kurutuyorum
sen de katılmasın büyük yangınlara Nihâl
mükemmel dış görünüşümün altında
bir hız büyütüyorum,
suya koşmadan kavuşmadan önce sana
ben seni en çok nerenden affettim Nihâl?
bu sekiz

akşam yumuşacık içine çekiyor insanları, nefes alır gibi
o zaman ben de pembe popolu bir aileye dönüşüyorum
dudakları parfüm, elleri kavrulmuş soğan kokan
sıfıra kadar bekleyip başlayan tüpleri sayıyorum
mükemmel dış görünüşümün altında
öpülesi bir prens bakışlarıyla kurbağayı oynuyorum
beni öp Nihâl bitir bekleyişleri
peki benim sana son ana kadar arkada saklanan bir bıçak borcum olsun
fincanla kahve taşıyan kız huzuruyla batırılan

Nihâl! iddia ediyorum hepiniz
önünüzden koşarak kaçmakta olan bir ölüme yetişmeye çalışıyorsunuz
ve birgün yetişiyorsunuz
yarım kâlplerle
içi su dolu kâlplerle
etrafınızda dönüyorsunuz ve kendinize boşalıyorsunuz
göğse tebeşirle çizilmiş bir kâlp resmi nasıl acır bilemezsiniz Nihâl
SİZ EY medenî cesaret uzmanları, anı koleksiyoncuları,
duygu ıstampacıları, nikah şahitleri, ve çay bahçesi
garsonları, ve taşkınlara tanıklık edenler, ve Hasan
Amca, ve karşıdan gelen vapurun bin beş yüz yolcusu,
sinemadan çıkan okunmuş suyla yıkanmış kalabalık,
postacılar ve merdivenden inenler: ölüm göğsümden gel beni!
EY neler oluyor Nihâl?

bu dokuz, yalan yaşıyoruz be Nihâl beyazlıyoruz
sen beni her ayrılışında gidip saçlarımı kısalttırıyorum ilk iş
yapacak başka hiçbir iş bulamayınca dünyayı düzeltiyorum
sırf senin kulağına gitsin diye
veya tırnaklarımı kesiyorum
boynunu hep açıkta bırakan sevgilimden öğrendim bu huyumu
peki peki benim sana öylesi duyulmamış bir aşk borcum olsun
oh olsun
on olsun
tüpler harekete geç!
yanılan çıkmasın aşk bilmesin karanlığını
bu gece beni kim oynuyor, ya siz
mükemmel dış görünüşümün altında
cesetler cesaretler planlıyorum
nişan tahtasının önünde kaza kurşunuyla vurulmalar
allahkabuletsinler aminler
veya göğsünde yanlış bir kâlp krizi
mükemmel hatalar küçük sıcaklıklar nasıl acır
Nihâl kendinize şimdi bir çay yapmalısınız
bir öpücüğü haketmek için çalışmalı
sahi siz kremlere inanır mıydınız Nihâl?

ne yani benim sana ŞimdiİmkânsızHayatım’lı bir evlilik borcum mu olsun
evet bugünlerde bir intihar mektubunun üslubu üzerine çalışıyorum
eski elbiselerinizi plastik kaplara değişiyorum
beni elimden başladınız bırakmaya Nihâl ama olsun
fotokopileri ailevî fotoğrafları seyrediyorum
ipleri aygaz tüplerini itişleri kakışları

sonra şehre kar yağıyor dahası iyilik güzellik
evet sen şimdi baharının otuzunda
sankilerle gibiler arasında bir yerdesin
keşkelere inanan göğsünle
bakma arkana onlara aldırma aslında hiç yürümedin

boğazında bir sızı var gibi yalnızca
belki bir yudum sudan belki rakıdan bir yudum
öpülesi bir sonbahar ayini gibi karşılamaya hazırlanıyorsun kendini
Bundan Sonra
üç

(yani anlıyorsunuz değil mi Nihâl HAYATIN GEÇMESİNİN YARATTIĞI ETKİLERE karşı üç)










Enis Akın
Edebiyat Eleştiri, Sayı 8, Bahar 1995

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorumunuzu yazmak için bu alanı kullanabilirsiniz