29 Nisan 2013 Pazartesi

Serkan Işın Üzerine: "Genç Odası"nda Mevlana'yı Aramak


Serkan Işın Üzerine: "Genç Odası"nda Mevlana'yı Aramak

Serkan Işın’ın 3. kitabı Nesnevî. Can Yayınları. 2002. Şiir. 74 sayfa

Enis Akın




Melih Cevdet Anday’ın, zaman zaman nesnenin sesi olmaya yeltenen bir şiir aradığı bilinir. Serkan Işın kitabının daha ilk sayfasında Melih Cevdet Anday ile olan akrabalığını ele vermekten kaçınmaz: Anday ölürse/nesneler de ölür/odada”. Melih Cevdet Anday’ın bu arzusu onu tanrısal bir sese doğru itmişti. Belki de bunun farkına varan Serkan Işın şiirinden sesi şiirinden kovmaya çalışırken, sesle birlikte tanrısal sesin totaliterliğinden kurtulacağını da umar: “tanrısal bir yanı olmayan tabure”. Zorlamayla, distorsiyonla, cızırtılı ifadelerle kendi sesini bozmaya çalışır Işın.

Söz konusu yeni bir doğa yaratmaktır, şairin odası olarak doğa. Kendilik bir ‘burada ve şimdi’nin farkındalığıysa eğer, belki en uzun yolculuklar bir şairin odasında başlar ve biter: “(odadan çıktım/geri geldim/değiştiler mi)”. Serkan Işın’ın denediği bu şiirde odayı dolduran nesneler, şairin ben duygusunun uzantılarına, kendi iç nesnelerine dönüşür: “nesneler, şeyler, things//ruhtan yoksun yaratımları insanın/putlar odası evim”.

Bu bakışta pencerenin yeri ilginçtir; pencere, şairin iç uzayıyla başka bir uzayın çarpıştığı yer, bir hayatiyet imkanıdır: “Pencere bana bakıyor/canlı (çünkü)”. Pencere ile bilgisayar, internet (‘windows’) arasında bir paralellik de yakalamış, ancak pencere imgesini, yeterince geliştirmeden bırakmış Işın: “Pencereyi seviyorum ben/Pencere/nesnesi olmayan/dünya”. Sadece nesnesi olmayan dünya mı? Heinz Kohut’un geliştirdiği ‘nesne ilişkileri’ kuramına göre, anne, baba temel nesneler olmak üzere, insanın benliğini oluşturan şey nesnelerle olan ilişkisidir. Pencereye her yaklaştığı anda korkuyla geri bir adım atan Işın, pencereden kaçarken aslında mutlu olma ihtimalini iptal etmektedir. Dolayısıyla acısına sığınan, karanlık bir şiir çıkar ortaya. Bu tek başına kötü birşey değil, ama önemli bir nokta: Işın’ın acısı, şiirinin yerini alıp öne çıkar, şiiri duymamızı engeller. “Bazı şiirlerde (acıyı kazdıklarından olacak) ses duyulmaz.” (İlhan Berk, Şiirin Gizli Tarihi).

Serkan Işın okuru zaman zaman teorik bir tartışmanın ortasında bırakıyor. Acısı o kadar büyük bir yer kaplıyor ki, şiirin tekniği sanki boşlukta sallanıyor. Onun için en önemli şey acıyı bir an önce dışarı atıp kurtulmak gibi. Serkan Işın, işlemeyi tamamlamadığı; kutsallığı, henüz üzerindeki şiddet dumanı dinmemiş acılarını yazmakta acele ediyor.

Örneğin “oda karanlıklaşıyor/mum yakmak/ve dua etmek yeterli” dizlerinde Işın’ın şiirlerini yeterince yırtmadığının izlerini görmek mümkün: “oda karanlıklaşıyor” söyleyişi hem ses, hem dil açısından güzel değil; ayrıca “karanlıkta griden süsler” dizesinde “-den” ekinin neden orada durduğu anlaşılamıyor; benzer biçimde:“yeni elbiseleri kardeşimin/poşetleri, torbalar yine” dizelerinde, “poşetler” kelimesiyle “torbalar” kelimesinin yanyana durması kulağı tırmalamakta. Teknik belirsizlik yer yer savrukluklarla kendini belli ediyor: “binbir umut yüzümde/geceden kalan hiçbir şey/kalmıyor (abç). Nesnevî adlı şiirin niye 16 bölümden oluştuğu anlaşılmıyor; her sayfa bir bölüm başlığı almış olmasına rağmen, bölümleri diğerlerinden ayıracak birer iç bütünlükleri yok.

Serkan Işın odasından, tabureden, çay bardağından, vb. yola çıkarak dünyanın en uzun yolculuğunu yapmak isterken, şair olmasıyla ilgili özel duruma da fazla yatırım yapıyor ve “hakeme oynadığı” izlenimini yaratıyor: “Şair şiiri bir salgı ile yalar”, “Titreşiyorum şiir için”, “Göremeden şair olduğumu itiraf edemeden”, “Benimle şiir yazmanızı isterdim”, “yeni şiirler ayakkabı kutusunda”.

Ben yine de Nesnevî’nin bir çok eksiklikleriyle bir şairin işaretçisi olduğuna inanıyorum. Şimdi Serkan Işın o kitabı gönül rahatalığıyla unutabilir, ama iki şiiri ayırsın. Birincisi “Kırmızı Bir Gül Taşımak” bence ses açısından da, deneyim açısından da onu gideceği yere götürecek bir şiirin ipuçlarını taşıyan bir şiir (Hilmi Yavuz’un herhalde yüreğini çalan “bülbül bir kafestir” de bu şiirde). İkincisi “Nesnevi II”, özellikle: “Sonra derilerinden sıyırdık/anıları” söyleyişi çok vurucu. Serkan Işın’ın şiirinde şehvet yok değil, var; okuru sarsmak isteyen kuvvetli bir yanı var, ama ellerini kollarını acısıyla bağlamadan, daha fazla şiir yırtması ve kendini şaşırtması gerekli.

Enis Akın, Virgül Dergisi, Eylül 2002, Sayı: 54


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorumunuzu yazmak için bu alanı kullanabilirsiniz