25 Nisan 2010 Pazar

Akşam Kitap Söyleşisi (Sayım Çınar)

Akşam Kitap Söyleşisi 

Sayım Çınar


Sayım Çınar - İlk şiirleriniz 1988 yılında yayınlandığından beri şiir dünyamızdasınız. Son yıllarda ülkemizde şiir okurunun azaldığını görüyoruz. Ne oldu da şiire okurun bakışı değişti?
Enis Akın - Edebiyata 1989’da Edebiyat Dostları dergisiyle girdim mi, yoksa edebiyattan çıktım mı bilemiyorum. Edebiyat Dostları dergisi öfkeli bir dergiydi, öfkeli olmakta da haklıydı ama edebiyatımızın değerleri arasında “öfkeli gençleri dinlemek” gibi bir şey bulunmadığı için sadece varlığımızdan “rahatsızlık duyuldu”. “Son yıllarda şiir okurunun azaldığını görüyoruz” lafını son yıllarda çok duyuyorum, ancak pek katılacak bir taraf bulamıyorum. Bu, olsa olsa, suçlu bilinçaltlarının yüzeye çıkması gibi bir şey. Kimsenin daha fazla şiir okuması/okutması falan gerekmiyor, bir şairden alacağınız “ya evet vah vah”larla da bu suçluluk azalmayacak. Şiir tam da okunması gerektiği kadar okunuyor. “Değer” az bulunur, şiirin iyisi de, okurun iyisi de az bulunacak elbette, işin doğası bu. Resim de az konuşuluyor, müzik de az dinleniyor ona bakılırsa. Açın 1950’nin Yeditepe dergisini ressam Oskar Kokoschka’ya, çellist Pablo Casals ile yapılmış röportajları bulacaksınız; bugünün Yeditepe’ye eşdeğer hangi dergisinde dünya sanatına böyle bir açılım var? Daha da öncesi bugünün bir Yeditepe dergisi var mı? Tam tersine post-modern bir kendine-yetme yanılsaması içinde dünyayla bağlarımızı kopartmış vaziyetteyiz. Amerika’da bir şiir kitabı kaç basıyor biliyor musunuz? Hepsi hepsi 1500! “Ne diyelim? Son yıllarda Amerika’da şiir okurunun azaldığını görüyoruz” mu diyelim? Hayır. Doğası gereği iyi şiir az okunur. Şiir tam da okunması gerektiği kadar okunuyor.

SÇ - Avrupa Birliğine Üç Kere Hayır alt başlıklı şiirin dikkat çektiği son kitabınızda 19 şiir bulunuyor. Bu şimdiye kadar yayınlanmış beşinci şiir kitabınız. Siz şiirinizi nerede görüyorsunuz?
EA - “Avrupa Birliğine Hayır” şair Hakan Arslanbenzer’in başlattığı bir girişimdi. Buna göre, bir çok şair, bu başlık altında şiirler yazdılar. Ben de onun çağrısına yanıt verdim. Son zamanlarda şiirin gündemi tuhaflaştı. Bir kaç yıl önce örneğin YKY’nin Kitap-lık’ında “Otomobil ve Edebiyat” diye bir sayısı olmuştu; dergi tümüyle mizanpaj değiştirmişti; 2 ayda bir yayınlanan dergi iken, ayda bir yayınlanan bir dergiye dönüştürülmüştü. Bu yeni formatta ilk sayıydı ve dosya adı “Otomobil ve Edebiyat”tı. Ben bundan utanç duydum. Bu işi yapan “edebiyatçı”ların yaratıcılıklarının sınırını görmek beni irkiltti. Aynı günlerde Volkswagen firmasının broşürleri de “araba aşkı” gibi bir tema dahilinde reklam için şiir kullanıyordu. 2006’da Hyundai de benzer bir şeyi denedi. Zavallı Turgut Uyar, şiirlerinin araba pazarlamak için kullanıldığını görse acaba ne düşünürdü? Her neyse konumuz bu değil. Konumuz şu, ben “Otomobil ve Edebiyat” dergisinin mi yoksa bir araba pazarlama broşürünün mü edebiyatla daha yakından ilgili olduğunu düşünmek zorunda değilim. Bir takım “yetkili”ler kendilerini veya kendi değerlerini edebiyata enjekte edecekler diye yıllardır “dosya”lar yapıp duruyorlar. Edebiyat dergileri bir patinaj halindedir: boş konuşmalarla dolup taşıyor. Bunu yapanlar da edebiyatın beyaz Türkleri. İşin tuhafı son zamanlarda bunlara benzemenin matah bir şey olduğunu sanan, beyazlara esir düşerek paçayı kurtarmaya istekli bir takım siyahlar da çıktı: Harçlıklarından artırdıkları paralarla edebiyat dergisi yapıp da kapağına “Falanca Ülke Şiiri Dosyası” yazanlar, yeraltı edebiyatı satarak geçinenler, vb. Bütün bunların üstünde kocaman bir gerçek var: İslamî kesim, ki Arslanbenzer de içindedir, edebiyatın gerçek birikimine hakim vaziyettedir. Büyük Türk Şiirinin gövdesine daha yakın bir yerde duruyorlar. Ayrıca görsel deneyler yapan bir kesim var, çok önemli. Bunlar edebiyatın zencileridir. Kendi şiirimi illâ bir yere koyacaksam, iktidarın dışında kalanlardan, dışlananlardan, zencilerden, kekemelerden yana koyarım. Benim şiirim beyazların yanında değil.

SÇ - “Köpek gibi sevmek” ne demek? Aşk insanın kendisini cezalandırması mıdır?
EA - “Köpek gibi sevmek” diye bir şeyi benim kitabımdan almış değilsiniz, ben “yağmurdan bir köpek kadar nefret etmek”den bahsettim. “Köpek gibi sevmek” şiirsel açıdan bakılınca değersiz bir klişe. Türk Şiiri 1950’lerden beri klişenin ne demek olduğunun, şiirden neler götürdüğünün farkında. 1950’lerde başlayan şiir, nam-ı diğer 2. Yeni, karanlık ve ıslak bir şiirdi; Turgut Uyar’ın deyimiyle “karanslak”tı. “Karanslak” gibi bir kelime 1950’lerde yapılabildi. 1968 ve sonraki politik ortamın etkisiyle bazıları onların katettikleri yolu geriye doğru yürüdüler ve politikadan aldıkları destekle bir süre sanki şiir hakikaten geriye gitmiş gibi oldu: Hasan Hüseyin, Ömer Faruk Toprak birer değer haline getirildi örneğin.
Güneşi çamurla kapatamazsınız, 2. yeni bugün şiirin içinde olan herkese meydan okumaya devam ediyor. Onunla hesaplaşmadan Türk Şiirinde yer almak yok. “Ben sevdim mi adam gibi severim” türünde kabadayılıklarınsa zaten şiirle hiçbir zaman işi olmadı. Keza “köpek gibi sevmek” de “adam gibi sevmek” gibi yeniliksiz ve itici.

SÇ- Sizin şiirlerinizden şarkı sözleri oldu mu hiç? Şarkı sözleri yazan şairler hakkında ne düşünüyorsunuz?
EA - Şarkı sözleri yazan şair diye bir şey olmaz. Benim de bazı sözler verdiğim şarkılar oldu. Yaşlı şiirleri şarkılaşmaya daha uygun buluyorum. İngiliz edebiyat eleştirmeni ve şair Housman’ın bir sözü var: “iyi şiir insanın sırtında bir ürpermeyle hissedilir”; buna uymaya çalışan, hayatlarını, altın arar gibi “duygu arayarak” geçiren bir takım şairlere bir sözüm var: Housman bunu yazdığında 2. dünya savaşı yıllarıydı. Söylediği söz, bugün gerçeğin sadece yarısı ediyor. Ben iyi şiirin “duygu uyandırmak” dışında tanımlarını da biliyorum: ortaya yeni kavramlar atmak, dilin ifade sınırlarını geliştirmek, insanın önünü açmak. İyi şiir bunlardan hiçbirine indirgenemez.

SÇ - Şairlik, para kazanılmadığı takdirde başa gelebilecek en acıklı şeylerden birisi olarak görülüyor. Türkiye’de şiirden para kazanılabiliyor mu?
EA - “Parayla satın alınmayacak şeyler vardır veya yoktur” tartışmasında insanların unuttuğu bir şey var: Paranın gücü ahlâkın gücünün başladığı yerde biter. Mehmet Akif, İstiklal Marşı’nı para için mi yazmıştır, veya Che Guevera’ya adanan Hasta Siempre para için yazılabilir miydi? Sermayenin edebiyata giderken atladığı bir şey bu, ne kadar hor görürlerse görsünler haftalıklarıyla dergi çıkartan çocukların tutkularına hiç bir zaman yaklaşamayacaklardır. 1980’li yıllarda sermaye edebiyata girerken kendilerini “beyaz çevrenin” dışında kalmış hisseden bir takım zenciler de “beleşe şiir yok” sloganıyla, başlarında Kuzguncuk şairi Can Yücel, gittiler Kız Kulesini “işgal ettiler”. Can Yücel ve başka bazıları daha sonra parayla yazdılar; yazdıklarını okuduk, biliyoruz: çerçöp yazdılar. İyi ki şiirden para kazanmıyorum; yoksa paraya karşı beni kim korurdu?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorumunuzu yazmak için bu alanı kullanabilirsiniz