25 Nisan 2010 Pazar

Necmiye Alpay Üzerine: Edebi Eserin Olağanüstülüğü

Necmiye Alpay Üzerine: Edebi Eserin Olağanüstülüğü 

Enis Akın

Sonuçta Kemalist bir gelenektir. TC’den aldığımız miras yani. Diyorum ki, kimse bize geçmişin yasını tutmamızı öğretmedi. Tam tersine babanın “hain”liğini, “korkak”lığını, “hasta adam”lığını anlatan hikayelerdir çocukluk yıllarımızı süsleyen. Babamız, Vahdettin bizi korumadı, düşmana teslim etti, ona güvenemeyiz; Cumhuriyete sahip çıkması gereken “Türk Gençliği”ne, yani bizlere, babamıza hep bir “gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde” bulunuyor mu kuşkusuyla yaklaşmak öğretildi. Bu anlayış çerçevesinde bize babadan “güven, bilgi, destek” değil “kuşku, korku” miras bırakıldı. Türk Şiiri buna istisna değil.

Necmiye Alpay, onun kitabını tanıtmak için başladığım bu yazıya böyle tuhaf bir giriş icad etmemi umarım bağışlar. Onun kitabından ne aldığım veya almadığımla ilgili, özellikle Necmiye Alpay’ın kuşağından bahsetmek istiyorum. 68 kuşağı olarak bilinen kuşak 1970’leri ve 1980’leri belirledi. İçlerinde en iyinin kendini yaratan şiire “gerici” diye yazdığı bir kuşaktan söz ediyoruz. Bu bir terbiyesizlik değildir, bir öfkedir, ama kontrolsüz bir öfkedir. Bu bizden ne kadar ustalıkla gizlenmiş olsa da artık biliyoruz ki 1968’den önce de Türkçe şiir yazılıyordu. Hatta öyle bir şiir yazılıyordu ki bugün hâlâ aşılamamış olması bir yana, Türkçeye en az Garip Şiiri kadar şairânelikten arınmış ve verimli bir toprak bıraktı. Sadece Necmiye Alpay’ın kitabının en önemli kısmı değil, şiir üzerine diş kovuğunu dolduracak bir kaç söz söylemek isteyen her yazarın en önemli amacı 1955-1965 arasında yazılmış bu şiire “yaklaşma çabası” oluşturuyorsa, 68’den beri yapıldığı gibi, onları silip atmaya çalışmak, dalga geçmek, karalamak, kısacası türlü ayak oyunlarıyla baştan savmak o şiiri bitirmeye yetmemiş olsa gerek. Tam tersine biz onunla hesaplaşmadıkça onun bizi lanetlediği bile söylenebilir. Necmiye Alpay’ın yazdığı çok şeye katılmıyorum, ama ona genellikle katılmıyor oluşum, onun “kuşağının yüz akı” olmaya soyunduğunu görmeme engel de değil. Bu ülkede 1960’ların ortalarından beri sol siyasetçiler politik etkisizliklerini veya ileri görüşsüzlüklerini örtbas etmek için şiirin sırtından geçinmeyi yeğliyorlar ve yaptıkları herhangi bir meydan okumayla karşılaşmadan sürüp gidecekmiş gibi görünüyor.
Necmiye Alpay’ın kitabı şiirin olağanüstülüğüne yapılan, uzun zamandır susuzluğunu çektiğimiz bir vurgu. Şiir üzerine yazılan düzyazıların şiirin tamamlayıcısı olduğu metinler vardır; Turgut Uyar’ın Çıkmaz’ın Güzelliği; Cemal Süreya’nın Folklor Şiire Düşman, vb... Bu tür yazıların şiir gibi okunabileceğini düşünüyorum. Orhan Koçak’ın şiir üzerine bazı yazıları da en az konu edindiği şairler kadar şiir yüklü gibi geliyor bana. Necmiye Alpay da aynı soydan geliyor. Bir benzerlik özellikle dikkatimi çekti. Orhan Koçak yazılarında sık sık “kendini çelmelemekten” söz eder, Necmiye Alpay’ın bir yerde “ayaklarının dolaşmaya başladığını” yazmış. Her ikisinin de yazıyı “yürüme” metaforu içinde düşünmesini, tahayyül etmesini güzel buldum. İkisinin de sol siyasetten gelen ve ona eleştrileri olan kişiler olmasından kaynaklanıyor olabilir. Yaklaşma Çabası’nın hakikaten yürüyüş gibi bir ritmi var. Her yazıdan sonra durup bir nefeslenmek, tadına varmak gerekiyor. Bunu da yazıların şiirselliğinin kanıtlarından biri sayıyorum. Örneğin “Sezai Karakoç Kaçıncı Oğul?” başlıklı nefis yazıda “Karakoç gibi gir şair, r, o, s, a harflerinden oluşmuş Rosa sözcüğüyle g, ü, l harflerinden oluşmuş gül sözcüğünü kolay kolay aynı kefeye koyar mı?” sorusunu ancak bir şair sorabilirdi.
Necmiye Alpay çok düşünerek, üzerinde dura dura yazıyor. Dili, az bulunan bir durulukta; cümleleri söylemek istediğini tam olarak söylemek üzere kurulmuş yaylar gibi bir duygu bırakıyor. Yazılarında kafa karışıklıklarına az rastlanıyor, hatta bazı konularda bu kadar net olmamasını tercih edebileceğim yerler oldu benim.
Necmiye Alpay yaşamını kaleminden kazanan, dolayısıyla da sık yazmak zorunda olan biri. Sık yazmanın kendine göre avantajları ve dezavantajları var. Örneğin bu koşullardaki birinin sadece en iyi yazacağını bildiği, en önemli bulduğu şeyleri yazma lüksü olmayabilir. Bu olasılığa rağmen Necmiye Alpay’ın yazıları kalitesini pek yitirmiyor. Yitirmiyor, yitirmiyor olmasına da, yazdıkları sık sık siyasetin türlü biçimlerinin yıllardır ve özellikle onun kuşağınca icra ettiği “edebiyatın en iyilerini karalama törenleri”nin ağırlığını da hissettiriyor. Siyasetin kabullerinden kurtulma çabası bile onunla boğuşmuş olmayı gerektiriyor, Necmiye Alpay bunu yapmış birisi. Edebiyatta “iyi” olarak gördüğü isimlerde, özellikle 1950 ve 1960’lardan seçtiği isimlerde hemfikirim. Bu isimlere yaklaşırken hep “dünya algımızı yenileyen” isimleri seçmiş. Nâzım yazısında Alpay’ın “İkinci Yeni’nin ‘ortalama algıyı’ tüm hat boyunca aşıp mutlak bir reddin çevresinde dolaşan bir dil ortaya çıkardığını” düşündüğünü okuyoruz. Bu şiir içidir.
Necmiye Alpay’ın siyasetten baktığı halde “siyasetten bakmak senaryosu”na yenilmediği bir yer de “yansıtma kuramına” gibi şiir-dışı yaklaşımlara prim vermemesi. Politikanın dışında değil ama, şiirin kendi alanına saygı gösteriyor, şiir içinden bakıyor (başlardaki bir yazıda “alımlama” kelimesini görünce biraz irkilir gibi oluyorum ama tekrarlanmıyor).
Necmiye Alpay, Ülkü Tamer’i anlatmak için de çok çalışmış. Bence çok nereye koyacağımızı bilemediğimiz şairleri temize çıkartmak için “izleksel olarak” inceleyebiliriz, yani bu uygun bir yol olurdu. Ben “anlatmak” fiilini kullandım, kendisi akılsallaştırma demiş, ve bunun için yazının sonunda özür dilemiş. İsmet Özel yazısı İsmet Özel’i en iyi anlayan yazılardan biri (Ülkü Tamer’deki gibi “anlatan” değil). Tarık Günersel’in zekası da, şiir açısından, bütün zekalar kadar yapay. Necmiye Alpay’da politikanın şiire enjekte ettiği bu donuk simasını bile sevimli gösterebilecek cümleler var. Ama aynı çabanın başka şairlerde zorlama olduğu fazlasıyla hissediliyor. Örneğin, Ece Ayhan’ın “küllen reddini” dinledikten sonra Günseli İnal’ın “verili olanı reddedişi” inandırıcılığından yitiriyor. Ya da Yaşar Kemal Sözlüğü, Ece Ayhan Sözlüğü gibi Perihan Mağden sözlüğü de yapılacaktır” gibi çubuk-bükmeleri kitabın genel saygınlığına gölge düşürmüyor belki ama, Necmiye Alpay’ın bir yazısındaki yaratıcılığının ele aldığı şairin ufku tarafından sınırlandığının işaretleri oluyor: Daha iyi isimler hakkında daha iyi yazıyor.
Necmiye Alpay kişilerle iyi geçinip, tanımlarla kavga etmek istiyor; bunu yaparken her edebiyat eserinin içerdiği belirsiz bildirinin zarfını olağanüstülüğünü elinden almadan açmaya çalışıyor. Arada sırada “Oysa tarihsel gelişme gösterdi ki sermaye, düşmanını kendi sahasında oynatmakta başarı kazanmıştır” gibi, bir şiir eleştirisinde (burada Ece Ayhan incelemesinde) ne aradığını anlamakta zorlandığım saptamalara rastlayınca şaşırmıyorum. Ayrıca kendisini kadın şairleri kayırırken veya cinsiyetçilik üzerinde biraz daha fazla dururken görmeye de çabuk alışıyorum. Buna rağmen 1970’lerin devrimci politikacıları tarafından entelektüelist addedilerek gerçek politikadan kaçmakla suçlanan Birikim Dergisinde yazı hayatına başlamış olan Tahir Abacı’nın, belki eski bir refleksle Necmiye Alpay’ın yazılarını “apolitik kaygılar”la yazılmış bulmuş olması ilginç, yanlışlıkla yapılmış bir övgü gibi. Ama Necmiye Alpay’ın bu eleştiriyi önemseyip cevap vermiş olması bile kitabın yörüngesini fazla sarsmamış.
Benzer biçimde Necmiye Alpay, Turgut Uyar yazısında toplumculuğuna fazla vurgu yaparak belki de Tahir Abacı’nınkine benzer bir refleksle “siyasetçi”lere sevimli göstermek istemiş Uyar’ı. Turgut Uyar’ın şiiri, gücünü böyle bir toplumsallaşmadan almıyor bence, hatta böyle bir ilişkiden bağımsız olarak daha da güçlü. Her halükarda bugün “Modern Türk Edebiyatı” deyince hâlâ aklımıza 1955 – 1965 arası yazılmış İkinci Yeni adı verilen şiir geliyor. Ne İsmet Özel ne de daha gençlerden herhangi biri değil, maalesef. Bence bu kitabın anlattığı en önemli konu bu.
Bu yazıda genellikle katılmamaya eğilimli olduğum noktaları işaretlediysem, bana bunu biraz da “Yaklaşma Çabası” yaptırdı: Konuları kapatıp rafa kaldırmaktan yana değil, tartışma açma gayreti belirgin bir çalışma.

(Enis Akın, Aralık 2005 Virgül Sayı 90)


1 yorum:

  1. Ben bir şeye soyunmadıydım "Yaklaşma Çabası"nı yazarken.
    Bazı fikirlerim olabiliyor, yazdıklarım hakkında arada bir, önemsediğim biri iyi bir şeyler söylüyor ve önemsediğim birilerinden yazı talebi gelebiliyor...
    Yazmamın nedenleri bunlardır.
    Necmiye Alpay

    YanıtlaSil

yorumunuzu yazmak için bu alanı kullanabilirsiniz